11 Ocak 2011 Salı

Eril-Dişil



Bu konuda en belirgin örnek Rahman ve Rahim’in Besmele’de birleşmesi…
Rahman yağmur, eril; Rahim toprak gibi. Toprak da ana gibi.
Toprağa tohum atmayınca ve sulamayınca toprak ürün vermiyor hani; eril dişil ilişkisi.
Cem olmak bir olmak . Eril ve dişil birliğine Cima deniyor ya... İnsan neslinin devamı için dahi cima…
Erilin özünde dişil dişilin özünde de eril var, yoksa cem olamazlar. Mıknatısın ters kutupları gibi birbirini çekerler. Ama aynı mıknatısın bir ucu “+” diğer ucu “-” eksi.
Eril dişil ilişkisini “+”, “-” şeklinde sembolize edebiliriz.

Atomun yapısna bakalım. Tek çekirdek “+”etrafında onun çekimi ile dolanan “-”elektronlar. Çekirdek tek elektronlar çok… Güneş sistemine de aynı hal var. Güneşin etrafında dönen gezegenler onun cazibesine kapılmış. Dünya’nın dahi cazibesinde Ay var.
Erillik ve dişillik de göreceli dikkat edilirse yani durumu tayin ediyor eril / dişil hali. Dünya -Güneş ikileminde Dünya dişil. Dünya - Ay ikileminde Ay dişil. Konumuz fizik olmadığından örnekleri açmaya gerek yok.

Elektrik enerjisinin üretim ve kullanımına bakalım. Dinamoda “+” üretilir ve artı topraklama “-” marifetiyle kullanılabilir. Yani üretilen “+” asıl enerji kullanılırken açığa çıkan “-”gibi. İkisi bir olunca iş oluyor. Sayaçların bulunduğu alt kattaki ışık otomatik olmayan vardı sayaçların orda ; arada yanıp sönüyordu oysa düğmeden kapalı. Sordum, bu neden böyle. Sebebi şuymuş: anahtar “-” yi kesiyormuş ve artı ampulde kaçak topraklama ile arada yanıyormuş. Burda dikkat çekmek istediğim husus şudur; anahtar “-”  değil de “+” kesmiş olsaydı ampül topraklamayla yanmıyacaktı. Çünkü dinamo “+”üretir. Eksi zaten toprakta var.

Son tahlilde eril ve dişil hayatın her alanında var. Eril dişilsiz iş yapamıyor. Üreyemiyor,  çoğalamıyor, işleyemiyor. İkisinin ceminden neşe hali oluyor.
Neşemiz daim olsun.

Selamlar.
Ahmet Bektaş

26 Aralık 2010 Pazar

Esma-İşleyiş

 
Evrendeki işleyişin tamamı Esma (isimler,sıfatlar) nın yansıması. Esmanın iyisi veya kötüsü olmadığından insana izafidir yansıması. Yani insan kendine uygun olanı “iyi”, uymayana da “kötü” görür.

İşleyiş zincirleme  her şey birbiriyle alakalı, Döngü var. Döngü içinde entropi bu boyutta var. İnsan hücresi her yenilenişinde küçük bir eskimeye uğrar. Buna yaşlanma diyoruz. Tersine entropi işleyişine tekamül diyebiliriz.Bebek büyürken tersine enropi işler. Ruhlar da tekamülünde tersine entropiye tabidir. Yani her deneyimde gelişir. Ruhun bu gelişimi pozitif ya da negatif olabilir. Sonuçta +,- ikisi de değerdir. Negatifte yol kat eden ruh, farkındalık ile bu mesafeyi pozitife taşıyabilir. İnanç ile bilmekle bunu başarabilir. Yani göreceli olarak günahkar biri farkındalığa ulaşabilirse tüm negatifini pozitif olarak kullanmaya başlar. Yani işaret değiştirir… Bunun kolay olmadığı açıktır. Çünkü negatifte gittiği kadar pozitifte olacak. Sıfır noktasına kadar olan kısım için mutlaka bedel ödeyecek. Bu ödeme otomatik işler. Ve pozitifteki yeni yerinde onu bekler. Bu işleyişi Cennet /Cehennem olarak düşünebiliriz. Günahı kadar yanmak veya sevabı kadar harcamak…

Çocukken kışın kızak kayardık. Önce kızağımızı çekerek bir tepeye çıkardık, emek harcayıp potansiyel elde ederdik.Vardığımız yerde kızakla aşağı doğru kayarak o potansiyeli zevke çevirirdik. Çıkarken terleyip inerken zevk almak…

Evrensel işleyiş de böyle. Hikmet dediğimiz ise bu potansiyellerin hangi boyutta ve ne şekilde oluştuğunun bilinmemesi halidir.Yani iyi veya kötü olarak izafi gözlemlerimiz sonuçtur. Sebeb ise zahiren görünmez ya da bilinmez. İşleyişte adaletsizlik olmayacağını bilen gözlemlediği olumsuzluklardan fazlaca dehşete düşmez. “Bir hikmeti olmalı” der. “Borç yiyen kesesinden yer!” Bir de tazminat var; haksızlığa uğrayan tazminat alır… Hani hep eleştirilir; depremlerde günahkar büyükler diyelim, ölen günahsız bebeklerin suçu ne? Onlar ya tazminata hak kazanıyor ya da bir önceki ruhsal formatta tercihinin sonucunu yaşıyor…
Bilmemiz gereken haksızlık ve yanlışlığın evrensel işleyişte yerinin olmadığıdır. Bu işleyişin aktörleri tercihlerinin sonucunu yaşar. “Elest”, ilk tercih devam ediyor… Kimi mazlum kimi zalimi oynar. Zalimi oynayan sırası gelince mazlumu da oynamak zorundadır. Döngü var.

Peki denge hali nedir?
Hayat faaliyettir. Denge ise ölüm…
“Hay” sıfatı faaliyeti gerektirir.
Sarkaç hareketi gibi “-,+”salınır insan yaşam boyunca. Denge hali sırattır.
“Ölmeden önce ölünüz.”
Yani dengeye geliniz.
Dengeyi başaran zaten bu boyutta ölmüştür. Terakkisine diğer bir üst boyutta devam eder.

Peki Şeytan bunun neresinde?
Her yerinde…
Yani bu işileyişin insana göreceli yansımasında iş başındadır.
Maksat insanlar terakki etmesin.
Birbirini yesin.
Her işleyişe itiraz etsin.
Anlamaya çalışmasın.
Durumunu çıkmaza soksun.
Enerji boyutunda bu doğrultuda yayın yaparak insanın enerji boyutunun üzerine çıkmasına yani nur üzeri nur olan ahsene çıkmasına mani olmak! Çünkü kendisi insan yüzünden nur boyuttan enerji boyutuna düştü…

Bilinçli yaşam ile yükselmek hepimiz için dileğim olsun.

Selamlar.


Ahmet Bektaş

Anka/Ra




Yenisey’e aşıktı,
Hep ona aktı;
Uygar Türk’ün asil kenti.
Bil ki su erkek, toprak dişi…
Her dönem özgürlüğe gebe.
Merkezinde Güneş sembol anıt,
Kula kul olanlara ağır geldi.
Yakında düşer kutsal maskeler.
“An” ları ebede uzanır.
“Kara”sında aydınlık, dağında Işık.
Göz kamaştırıyor Hüseyingazi’nin Pembe taşı;
Kızılca akar Seyhamam, kurumayan göz yaşı,
Özgürlük savaşçısı kalbinde yatar.
Korkma!
Diz üstü düşenler yine kalkar…

Ahmet Bektaş

Çoğunluk Üzerine



—Çoğunluk her zaman doğru mudur, haklı mıdır?
—Azınlık her zaman mağdur mudur, haklı mıdır?
Her iki sorunun cevabı da tabiî ki hayır.
Mutlak doğruyu veya haklıyı tespit etmek çoğu zaman mümkün olmuyor. O halde uzlaşmayı sağlayacak; kavgayı, çekişmeyi önleyecek bir yol bulmalı. Bir karara varılmalı. Kararsızlık en kötü sonuçtur. Varılan kararın toplumun her kesimini memnun etmesi beklenemez. Burada çoğunluğun iradesini yansıtan “Demokrasi “devreye giriyor. Eşit haklara sahip olanlar arasında çoğunluğun isteğinin yapılmasının kabulü ile toplumsal uzlaşı sağlanabilir. Çoğunluk ile alınan karara itiraz edenler elbet olacaktır. İşin inceliği, zarafeti burada gizli. Burada önceliği olan husus kararın doğruluğu veya yanlışlığı değildir. Çoğunlukla alınmasıdır! Yoksa alınan kararın doğruluğunun tartışmasız kabul edilmesinin dayatılması yanlış sonuçlar doğurur. Karar ( Kişisel hak ve özgürlüklere aykırı olmamak kaydıyla) zorlayıcı hükümler de içerebilir. Çoğunluğun özgür iradesi ile alınan kararlar, tabu değildir. Tartışılabilir, yanlış olduğu iddia edilebilir. Fakat karara uyma mecburiyeti vardır. Özellikle ihtisas gerektiren hususlarda, karar mekanizmasında görev alacak olanların eşit ihtisas kademelerinde bulunması gerekir. Rasgele oluşturulacak bir kurulun çoğunluk ile vereceği bir karar ne kadar doğru olabilir?
İnanç ile ilgili toplumsal uzlaşı yapılsa da zorlayıcı olamaz. Çünkü inanç kişisel hak ve özgürlük alanına giriyor. Yani insanların neye ve nasıl inanacağı konusunda toplumsal baskı oluşturulamaz.
Çoğunluğa uymak

Çoğunluğa uymak her zaman doğru mudur?
Peygamberler neden çoğunluğa uymadı?
Peygamberlerin daveti çoğunlukça kabul görmediği halde neden davalarından çoğunluk lehine dönmediler?
Çoğunluğun sayısal değeri var da niteliksel değeri yok mu?
İnsanlar neden eğitim alıyorlar?
Bilenlerle bilmeyenler aynı mı?
“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” Enam Suresi /116/ Diyanet Meali

Doğrudan yana olmak veya güçlüden yana olmak üzerine

İnsanların ekser kısmı avamdır ve avam zahire baktığından güçlüden yanadır.
Güçlü ise her zaman doğru değildir. Her zaman doğru olanı bulmak, bilmek de kolay değildir. Büyük bir altyapı gerektirir. Yani yine eğitimden geçiyor yolumuz. İster hayat mektebinde okuyun, isterseniz iyi bir üniversitede; fark etmez.
Avam genellikle tercihini güçlüden yana kullanır fakat zayıftan yana görünür, zayıfın yanında olduğunu iddia eder! Böylece yaptığı tahribatı kendi âleminde örtmeye çalışır.
Neden böyledir?
Büyük çoğunluğu eğitimsiz ve ekonomik olarak da zayıf durumda olan insanların, şuur altında güç gizlidir. Güçlü olandan medet bekler. Bu nedenle çok çabuk yönlendirilebilir, fikirlerinde kararlı duramaz, hissi davranır.
Örnek vermeye gerek yok ama köy ağalarına koşulsuz itaat eden kırsal kesimde yaşayanlar ve şehirde de başka ağalara koşulsuz itaat edenler yeterli……

Saygılarımla.
 

Eskime


“Ümit, arzulanan şeye erişme imkânının varlığına ilişkin bir duyudur.” Jeremy Rifkin / Ted Howard.
Enerji bir halden başka bir hale dönüşebilir; her dönüşümünde mutlaka bir kayba uğrar. Entropi (Eskime de diyebiliriz) her şeyde zamanın geçmesi ile olmakta ise tazeleme olmadan varlığın devamı nasıl mümkün oluyor? Zaman her şeyi biraz öldürüyor… Yeni doğan bir bebek büyürken negatif entropi toplar, aynı zamanda yaşamının devamı için yavaş yavaş da ölür… Ölüm denklik halidir. Hayat faaliyettir. Her şey her an biraz ölmeli ki hayatı devam etsin…
Organizma yapılışında görülen küçük entropi azalım, evrenin entropisinde çok daha geniş bir artışla eşlenir” Zaman Oku ve Evrim / Harold Blum
Bu entropi nasıl ve kim tarafından, niçin tamamlanıyor? Yani evren için de varlığın devamı için eskimek var…
Zamanın sırrı nedir ki zaman yavaş yavaş eskitir, öldürür…
Yaşam nasıl bir sırdır ki devamı için her an biraz ölünür…
Yaşamak her gün biraz ölmekse; “aşk için ölmeli aşk o zaman aşk”
Hayat faaliyettir
Ahmet Bektaş

Yara..



Kim haklı, kim haksız ne fark eder ki?
Ömür bizden daha hızlı…
Yaşamın getirisi kazancımız mı, kaybımız mı?

Bozuk mahsuller imha edilir...
Yaraları sarmak ister bilgelik.
Ara vermeyen diş sızlaması
Günahın izi.
Geçici olanın hükmü nedir ki?
Bağırsaktaki kirletemez pak bedeni,
Öz temiz ise...
“Kulum beni nasıl bilirse,
O'na öyle muamele ederim.”
Buyurur Rabbim.
Düğümleri çözmek, sıkıntıları atmak gerek.
Vicdanın ateşidir yakar günahları,
Arındırır ruhu...
Emanet sahibine iade edildiğinde,
Nefis ayıplarıyla ayrılır.
Ruh, ebediyete devam eder.

Ahmet Bektaş

15 Aralık 2010 Çarşamba

Sade Sevgi ve Kıskançlık



Sevgi evrende her şeyde, yerde ve zamanda  görünüyor. Anahtar gibi açıyor engelleri, kapıları…

Sevginin sade olması üzerinde duracağım. Katışıksız olanı makbul diyenlerdenim.

Ben sevgiyi bireysel olarak ele almayı tercih ediyorum.

Karşılık beklentisi olmamalı.
Ya da şunu sev, bunu sevme!
Şöyle yaparsan seni severim!

Şu soruları didiklemek işimizi kolaylaştırabilir.

Sevdiklerimizi ne için severiz?
Sevgide esas insanın kendi faydasıdır, faydasız olan sevilmez.
Bu fayda şudur kanaatim; sevenin sevgilide yok olma hali! Yani seven sevdiğinde kendini bulur, eksikliklerini fark eder, sevgilinin kapsamına dahil olur. Bu sevgi onu geliştirir ve tamamlar.
Her türlü maddi karşılık (para, mal, fiziki fayda,toplumsal statü, v.b.) da sevgi için sebeptir.

Burada tercih önemli.
Birey tercihini özgürce yapar, sonucunu da yaşar.

Sevdiklerimizi başkaları da severse ne olur?
Klasik manada sık görülen kıskançlık durumu yetersizlikten kaynaklanıyor.
Yetersiz kişi sevdiğini başkasının daha az sevmesini ister. Çünkü kendi daha fazla sevemeyeceğini sanır.
Kendine güveni olan ise sevgisinden emindir, gerektiği kadar seviyordur. Ve kendinden çok sevene de saygı duyar. Çünkü empati yapar. Kendisini sevenler arasına o zamana kadar sevenlerden daha fazla seven biri katılsa nasıl hoşuna giderse. Sevdiği için de hal böyledir. Kıskançlık geldiğinde daha fazla sevgi gösterip en çok seven konumuna çıkmalıdır. Ya da kıskançlık yapmamalıdır.

Kıskanma, kıskandığından daha fazla sev.

Saygılar