26 Aralık 2010 Pazar

Esma-İşleyiş

 
Evrendeki işleyişin tamamı Esma (isimler,sıfatlar) nın yansıması. Esmanın iyisi veya kötüsü olmadığından insana izafidir yansıması. Yani insan kendine uygun olanı “iyi”, uymayana da “kötü” görür.

İşleyiş zincirleme  her şey birbiriyle alakalı, Döngü var. Döngü içinde entropi bu boyutta var. İnsan hücresi her yenilenişinde küçük bir eskimeye uğrar. Buna yaşlanma diyoruz. Tersine entropi işleyişine tekamül diyebiliriz.Bebek büyürken tersine enropi işler. Ruhlar da tekamülünde tersine entropiye tabidir. Yani her deneyimde gelişir. Ruhun bu gelişimi pozitif ya da negatif olabilir. Sonuçta +,- ikisi de değerdir. Negatifte yol kat eden ruh, farkındalık ile bu mesafeyi pozitife taşıyabilir. İnanç ile bilmekle bunu başarabilir. Yani göreceli olarak günahkar biri farkındalığa ulaşabilirse tüm negatifini pozitif olarak kullanmaya başlar. Yani işaret değiştirir… Bunun kolay olmadığı açıktır. Çünkü negatifte gittiği kadar pozitifte olacak. Sıfır noktasına kadar olan kısım için mutlaka bedel ödeyecek. Bu ödeme otomatik işler. Ve pozitifteki yeni yerinde onu bekler. Bu işleyişi Cennet /Cehennem olarak düşünebiliriz. Günahı kadar yanmak veya sevabı kadar harcamak…

Çocukken kışın kızak kayardık. Önce kızağımızı çekerek bir tepeye çıkardık, emek harcayıp potansiyel elde ederdik.Vardığımız yerde kızakla aşağı doğru kayarak o potansiyeli zevke çevirirdik. Çıkarken terleyip inerken zevk almak…

Evrensel işleyiş de böyle. Hikmet dediğimiz ise bu potansiyellerin hangi boyutta ve ne şekilde oluştuğunun bilinmemesi halidir.Yani iyi veya kötü olarak izafi gözlemlerimiz sonuçtur. Sebeb ise zahiren görünmez ya da bilinmez. İşleyişte adaletsizlik olmayacağını bilen gözlemlediği olumsuzluklardan fazlaca dehşete düşmez. “Bir hikmeti olmalı” der. “Borç yiyen kesesinden yer!” Bir de tazminat var; haksızlığa uğrayan tazminat alır… Hani hep eleştirilir; depremlerde günahkar büyükler diyelim, ölen günahsız bebeklerin suçu ne? Onlar ya tazminata hak kazanıyor ya da bir önceki ruhsal formatta tercihinin sonucunu yaşıyor…
Bilmemiz gereken haksızlık ve yanlışlığın evrensel işleyişte yerinin olmadığıdır. Bu işleyişin aktörleri tercihlerinin sonucunu yaşar. “Elest”, ilk tercih devam ediyor… Kimi mazlum kimi zalimi oynar. Zalimi oynayan sırası gelince mazlumu da oynamak zorundadır. Döngü var.

Peki denge hali nedir?
Hayat faaliyettir. Denge ise ölüm…
“Hay” sıfatı faaliyeti gerektirir.
Sarkaç hareketi gibi “-,+”salınır insan yaşam boyunca. Denge hali sırattır.
“Ölmeden önce ölünüz.”
Yani dengeye geliniz.
Dengeyi başaran zaten bu boyutta ölmüştür. Terakkisine diğer bir üst boyutta devam eder.

Peki Şeytan bunun neresinde?
Her yerinde…
Yani bu işileyişin insana göreceli yansımasında iş başındadır.
Maksat insanlar terakki etmesin.
Birbirini yesin.
Her işleyişe itiraz etsin.
Anlamaya çalışmasın.
Durumunu çıkmaza soksun.
Enerji boyutunda bu doğrultuda yayın yaparak insanın enerji boyutunun üzerine çıkmasına yani nur üzeri nur olan ahsene çıkmasına mani olmak! Çünkü kendisi insan yüzünden nur boyuttan enerji boyutuna düştü…

Bilinçli yaşam ile yükselmek hepimiz için dileğim olsun.

Selamlar.


Ahmet Bektaş

Anka/Ra




Yenisey’e aşıktı,
Hep ona aktı;
Uygar Türk’ün asil kenti.
Bil ki su erkek, toprak dişi…
Her dönem özgürlüğe gebe.
Merkezinde Güneş sembol anıt,
Kula kul olanlara ağır geldi.
Yakında düşer kutsal maskeler.
“An” ları ebede uzanır.
“Kara”sında aydınlık, dağında Işık.
Göz kamaştırıyor Hüseyingazi’nin Pembe taşı;
Kızılca akar Seyhamam, kurumayan göz yaşı,
Özgürlük savaşçısı kalbinde yatar.
Korkma!
Diz üstü düşenler yine kalkar…

Ahmet Bektaş

Çoğunluk Üzerine



—Çoğunluk her zaman doğru mudur, haklı mıdır?
—Azınlık her zaman mağdur mudur, haklı mıdır?
Her iki sorunun cevabı da tabiî ki hayır.
Mutlak doğruyu veya haklıyı tespit etmek çoğu zaman mümkün olmuyor. O halde uzlaşmayı sağlayacak; kavgayı, çekişmeyi önleyecek bir yol bulmalı. Bir karara varılmalı. Kararsızlık en kötü sonuçtur. Varılan kararın toplumun her kesimini memnun etmesi beklenemez. Burada çoğunluğun iradesini yansıtan “Demokrasi “devreye giriyor. Eşit haklara sahip olanlar arasında çoğunluğun isteğinin yapılmasının kabulü ile toplumsal uzlaşı sağlanabilir. Çoğunluk ile alınan karara itiraz edenler elbet olacaktır. İşin inceliği, zarafeti burada gizli. Burada önceliği olan husus kararın doğruluğu veya yanlışlığı değildir. Çoğunlukla alınmasıdır! Yoksa alınan kararın doğruluğunun tartışmasız kabul edilmesinin dayatılması yanlış sonuçlar doğurur. Karar ( Kişisel hak ve özgürlüklere aykırı olmamak kaydıyla) zorlayıcı hükümler de içerebilir. Çoğunluğun özgür iradesi ile alınan kararlar, tabu değildir. Tartışılabilir, yanlış olduğu iddia edilebilir. Fakat karara uyma mecburiyeti vardır. Özellikle ihtisas gerektiren hususlarda, karar mekanizmasında görev alacak olanların eşit ihtisas kademelerinde bulunması gerekir. Rasgele oluşturulacak bir kurulun çoğunluk ile vereceği bir karar ne kadar doğru olabilir?
İnanç ile ilgili toplumsal uzlaşı yapılsa da zorlayıcı olamaz. Çünkü inanç kişisel hak ve özgürlük alanına giriyor. Yani insanların neye ve nasıl inanacağı konusunda toplumsal baskı oluşturulamaz.
Çoğunluğa uymak

Çoğunluğa uymak her zaman doğru mudur?
Peygamberler neden çoğunluğa uymadı?
Peygamberlerin daveti çoğunlukça kabul görmediği halde neden davalarından çoğunluk lehine dönmediler?
Çoğunluğun sayısal değeri var da niteliksel değeri yok mu?
İnsanlar neden eğitim alıyorlar?
Bilenlerle bilmeyenler aynı mı?
“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” Enam Suresi /116/ Diyanet Meali

Doğrudan yana olmak veya güçlüden yana olmak üzerine

İnsanların ekser kısmı avamdır ve avam zahire baktığından güçlüden yanadır.
Güçlü ise her zaman doğru değildir. Her zaman doğru olanı bulmak, bilmek de kolay değildir. Büyük bir altyapı gerektirir. Yani yine eğitimden geçiyor yolumuz. İster hayat mektebinde okuyun, isterseniz iyi bir üniversitede; fark etmez.
Avam genellikle tercihini güçlüden yana kullanır fakat zayıftan yana görünür, zayıfın yanında olduğunu iddia eder! Böylece yaptığı tahribatı kendi âleminde örtmeye çalışır.
Neden böyledir?
Büyük çoğunluğu eğitimsiz ve ekonomik olarak da zayıf durumda olan insanların, şuur altında güç gizlidir. Güçlü olandan medet bekler. Bu nedenle çok çabuk yönlendirilebilir, fikirlerinde kararlı duramaz, hissi davranır.
Örnek vermeye gerek yok ama köy ağalarına koşulsuz itaat eden kırsal kesimde yaşayanlar ve şehirde de başka ağalara koşulsuz itaat edenler yeterli……

Saygılarımla.
 

Eskime


“Ümit, arzulanan şeye erişme imkânının varlığına ilişkin bir duyudur.” Jeremy Rifkin / Ted Howard.
Enerji bir halden başka bir hale dönüşebilir; her dönüşümünde mutlaka bir kayba uğrar. Entropi (Eskime de diyebiliriz) her şeyde zamanın geçmesi ile olmakta ise tazeleme olmadan varlığın devamı nasıl mümkün oluyor? Zaman her şeyi biraz öldürüyor… Yeni doğan bir bebek büyürken negatif entropi toplar, aynı zamanda yaşamının devamı için yavaş yavaş da ölür… Ölüm denklik halidir. Hayat faaliyettir. Her şey her an biraz ölmeli ki hayatı devam etsin…
Organizma yapılışında görülen küçük entropi azalım, evrenin entropisinde çok daha geniş bir artışla eşlenir” Zaman Oku ve Evrim / Harold Blum
Bu entropi nasıl ve kim tarafından, niçin tamamlanıyor? Yani evren için de varlığın devamı için eskimek var…
Zamanın sırrı nedir ki zaman yavaş yavaş eskitir, öldürür…
Yaşam nasıl bir sırdır ki devamı için her an biraz ölünür…
Yaşamak her gün biraz ölmekse; “aşk için ölmeli aşk o zaman aşk”
Hayat faaliyettir
Ahmet Bektaş

Yara..



Kim haklı, kim haksız ne fark eder ki?
Ömür bizden daha hızlı…
Yaşamın getirisi kazancımız mı, kaybımız mı?

Bozuk mahsuller imha edilir...
Yaraları sarmak ister bilgelik.
Ara vermeyen diş sızlaması
Günahın izi.
Geçici olanın hükmü nedir ki?
Bağırsaktaki kirletemez pak bedeni,
Öz temiz ise...
“Kulum beni nasıl bilirse,
O'na öyle muamele ederim.”
Buyurur Rabbim.
Düğümleri çözmek, sıkıntıları atmak gerek.
Vicdanın ateşidir yakar günahları,
Arındırır ruhu...
Emanet sahibine iade edildiğinde,
Nefis ayıplarıyla ayrılır.
Ruh, ebediyete devam eder.

Ahmet Bektaş

15 Aralık 2010 Çarşamba

Sade Sevgi ve Kıskançlık



Sevgi evrende her şeyde, yerde ve zamanda  görünüyor. Anahtar gibi açıyor engelleri, kapıları…

Sevginin sade olması üzerinde duracağım. Katışıksız olanı makbul diyenlerdenim.

Ben sevgiyi bireysel olarak ele almayı tercih ediyorum.

Karşılık beklentisi olmamalı.
Ya da şunu sev, bunu sevme!
Şöyle yaparsan seni severim!

Şu soruları didiklemek işimizi kolaylaştırabilir.

Sevdiklerimizi ne için severiz?
Sevgide esas insanın kendi faydasıdır, faydasız olan sevilmez.
Bu fayda şudur kanaatim; sevenin sevgilide yok olma hali! Yani seven sevdiğinde kendini bulur, eksikliklerini fark eder, sevgilinin kapsamına dahil olur. Bu sevgi onu geliştirir ve tamamlar.
Her türlü maddi karşılık (para, mal, fiziki fayda,toplumsal statü, v.b.) da sevgi için sebeptir.

Burada tercih önemli.
Birey tercihini özgürce yapar, sonucunu da yaşar.

Sevdiklerimizi başkaları da severse ne olur?
Klasik manada sık görülen kıskançlık durumu yetersizlikten kaynaklanıyor.
Yetersiz kişi sevdiğini başkasının daha az sevmesini ister. Çünkü kendi daha fazla sevemeyeceğini sanır.
Kendine güveni olan ise sevgisinden emindir, gerektiği kadar seviyordur. Ve kendinden çok sevene de saygı duyar. Çünkü empati yapar. Kendisini sevenler arasına o zamana kadar sevenlerden daha fazla seven biri katılsa nasıl hoşuna giderse. Sevdiği için de hal böyledir. Kıskançlık geldiğinde daha fazla sevgi gösterip en çok seven konumuna çıkmalıdır. Ya da kıskançlık yapmamalıdır.

Kıskanma, kıskandığından daha fazla sev.

Saygılar

 

Aşk Acısı Tatlıdır


Aşk Acısı Tatlıdır
   
Hani demişler;
'Zevkler ve renkler tartışılmaz.'
Kimi tatlı sever,
Kimine acı tatlı.

Aşk bazen güldürür,
Çok zaman üzer...
Aşk'ın tadını alana
Aşk acısı tatlıdır.

Sevdiğinden gelirse,
Fark etmez...
Tatlı veya acı söz.
Aşkın acısı da tatlıdır.
 
Ahmet Bektaş



Kaç benden


Kaç benden

Cüzamlıdan kaçar gibi
Bendeki sevda ateşinden
Kalabalıklara kaç.
Kıyamam bu ateş yakar seni.

Ne olur kaç, kurtul benden…
Mümkün olan en uzağa git.
Bulaşıcı hastalığım sevda
Sana ulaşamasın.

Sonu yok bu sevdanın
Uzağımda ol seni özleyeyim.
Belki bu kaderin bir cilvesi
Çaresiz boyun eğeyim.


Ahmet Bektaş
25.07.2005 10:47:48   

Diriant (Altınçağ)


Diriant (Altınçağ)

Sanma ki robotlar diridir,
Yeniçağ’da ölümlüler dirilir.
Zaten deliler ülkesinde akıllılar delidir.
Her üfleneni “insan” mı sandın?
Tohumların hepsi fidan olmuyor.
Kökü kuruyan ağaç meyve vermez.
Gün ağarmadan ak koyun karadan seçilmez.
Bak koyunlara, koyun koyuna!
Çobanlar kolay gelmez oyuna…
Irkın önemi yok ama sen gene de dikkat et soy...

Nur

Gözlerim gözlerinle buluşunca
Yüzün yansıdı yüzüme.
Gözün aydın gül bakışlım,
Bir sevda masalında uğurum ol.
Rahman ile Rahim
Cem oldu Besmele’de.
Korkma, ver elini elime.
Bütün kapılar açık bize.

Ahmet Bektaş

Yara

Yara



Kim haklı, kim haksız ne fark eder ki?
Ömür bizden daha hızlı…
Yaşamın getirisi kazancımız mı, kaybımız mı?

Bozuk mahsuller imha edilir...
Yaraları sarmak ister bilgelik.
Ara vermeyen diş sızlaması
Günahın izi.
Geçici olanın hükmü nedir ki?
Bağırsaktaki kirletemez pak bedeni,
Öz temiz ise...
“Kulum beni nasıl bilirse,
O'na öyle muamele ederim.”
Buyurur Rabbim.
Düğümleri çözmek, sıkıntıları atmak gerek.
Vicdanın ateşidir yakar günahları,
Arındırır ruhu...
Emanet sahibine iade edildiğinde,
Nefis ayıplarıyla ayrılır.
Ruh, ebediyete devam eder.

Ahmet Bektaş

1 Aralık 2010 Çarşamba

Gerçek / Sahte Aydın


Gerçek / Sahte Aydın
"Gerçek aydın özgül etkinliği gerçeği zahmetle araştırmak, bulur bulmaz da, ne pahasına olursa olsun, kendisini bin parça edeceklerini bilse, açıklamaktır; aslında "çölde feryat eden" biridir o, çünkü gerçek ancak yalnızlıkta bulunur.

Aydın, halka karşı, kamuoyuna karşı yerleşik sanılara karşı fikir yürütür. Bu nedenle yazgısı anlayışsızlıkla karşılanmak ve halk tarafından sevilmemektir. Misyonu karşı çıkma ve kandırmaktır." Maalesef günümüz aydınlarının hali böyle değil...

Bir entelektüel her şeye rağmen fikirlerinin arkasında yer almalıdır. Doğruları da entelektüellik adına desteklemelidir. Yanlışı uyarır, kendi yanlışını da kabullenir. Entelektüeller toplumu yönlendirme yeteneğine sahiptir, olmalıdır. "Toplumla entelektüel arasında olan bu ilişkinin durduğu ayaklar; dil, kültür ve özerkliktir. Bu tanımla yeniden aydın denilenleri düşünmek lazım, ne dersiniz?" —Haklısınız! Derim... "İlim bir noktadır, cahiller onu çoğaltmıştır." (Hz. Ali R.A.) Öze ve asıla bakmayı bir öğrensek, birçok sorun kendiliğinden hallolacak. Malumatfuruş, Batı kaynaklı, materyalist, bencil, dinine saygısız, bazısı dinci, insanlara tepeden bakan, cehl-i mürekkep içindeki entelektüellerden bu toplum bıktı ve onlara güvenmiyor. Her türlü sahte söylem bitti. Yeter artık bıktık sıradan söylemden.


“Bir çocuk mutlu mu oldu
Bir yoksul karnını mı doyurdu
Yine kalkar yine kalkar...
Özgür müyüz, mülksüz müyüz, barışa var mısın
Halklarla mısın, kavgalarla mısın
Millet misin , ümmet misin, illet misin
Nesin be musibet!

O halde s..imi kaldırmayan
Cenazemi hiç kaldırmasın!”
Küçük İskender


Toplumun güvendiği, sevdiği ve inandığı gerçek entelektüellerin birlik ve beraberlik içinde hareket etmesi acilen gerekli diyorum.

Ahmet Bektaş

---Şiirde yazarToplumun vazifesinin sadece cenaze kaldırmak olmadığını, insanların da toplumda kalkındırılması gereğini kendi üslubunca anlatıyor.

İnsanları mutlu etmiyorsun madem cenazemi de kaldırma


Kaza ve Kader

Kaza ve Kader

Yaşam hakikati , insanın kendi hakikatini çözmeden anlaşılmıyor.
Kainattaki hadiseleri da akıl kendince anlamak ister.
İnsan tekamül sürecinde evrimsel süreçte belli bir aşamadan sonra ruh sahibi oluyor. Soyut ruhun bulunduğu boyuta ruhlar alemi deniyor. Oradan elbise giyer gibi cesetleri giyiyorlar ana rahminden yola çıkıyorlar somut Dünyaya...
Soy olarak da devralınan bir miras var sanırım. Bağlı bulunduğumuz soy ağacının yükünü de taşıyoruz. Yada bize uygun olan ruh ve beden ağacına asılmışız (alak/asılı).
“Dedesi ekşi yiyen torunun dişinin kamaşması” gibi zahire yansıyor. Aslında dede değil torunun dişinin kamaşmasına sebep; torun o soy ağacının o dalına uygun olduğu için oraya asılmış. Biz bunu anlamak için “her işte hikmet var” deriz.
Dünya hayatından yani göreceli somut hayatından önceki soyut aşamalar göz ardı edilmemeli. Gelecek bunun üzerine inşa ediliyor çünkü.

Teklif var, teklifi kabul var; sonuç var.
Geçmişi unutma , belki unutturma var.
Teklife verilen sözü unutmak…

Yaşananlar ya neticedir ya da  başlangıçtır.
Netice ise neyin neticesi?
Önceden yapılan teklifin neticesi,  iyi veya kötü (göreceli) somut olarak yaşamda yansıyor.
Teklifi kabul eden soyut ruh; bir nevi somut ortamda sınanıyor.
Yani soyut ortamda  herkes aynı veya masum değil imiş demek ki. Somutlaşınca da aynı görünümü vermeyecektir. Eşitsizlik sırrı… Hayat sahibi olmak nasıl bir şey hiç yaşamamış veya yaşamayacak olmak nasıl bir şey? Yani hayat sahibi olmak her durumda acılar içinde dahi olsa tercih edilir hiç olmamak gibi bir tercihe... Veya edilmiş... Teklifi kabul eden ruh hayata gelir ve hikmeti unutur. Önceki aşamalara göre hakkı olan yeri yaşar. Bu yere itirazı olsa dahi sonuç değişmez. Çünkü ya sonuçtur yaşanan ya da başlangıçtır. İki durumda da hak etmek vardır. Ruh açısından yaşlanmak veya ölmek yaralanmak gibi şeyler anlamsızdır. Bebeklik veya yaşlılık da yoktur ruhta. Bu nedenle ruhun hangi bedensel formatta karşılık ödediğinin önemi de yoktur. Maddi boyutta yaşlıyken veya bebekken de ödeyebilir tercihinin bedelini, yaptığının karşılığını.

Ön eleme (bize göreceli), nihai eleme ile aynı anda oluyor. Ön eleme yok yani tek eleme var.
Zaman ve mekan ile sınırlı olan insan; zaman ve mekandan münezzeh  olmayı tam idrak edemiyor. Ön ve son olarak anca anlayabiliyor.
Ruhlar aleminde soyut ortamda yapılan değerlendirmenin  somut alemde karşılığı bizi şoka sokuyor. Hikmetini idrak etmekte zorlanıyoruz. Duygularımızın aldatması ile hükümler vermeye başlıyoruz. Eksik algılarımızla vardığımız yargı aldatıcı ve zahiri oluyor. Duygusallığımız da devreye giriyor ve dehşete kapılıyoruz. Gözlemlerimiz adaletsiz bir ortamı algılıyor. Gerçekte adil olan her durumu göreceli olarak algıladığımızdan “Adaletin bu mu Dünya “ diyoruz.

Yaşananlar, yaşanması gerekenler ise cüzi iradenin fonksiyonu nedir?
İnsan cüzi iradesi ile sorumluluk altına girer.
Cüzi irade olmasa sorumluluk ortadan kalkardı.
Cüzi iradenin kullanılması da soyut olarak yapılmış zaten ; teklif aşaması ile somutlaşması Dünya hayatında oluyor. Yani soyut ve somut aslında aynı anda açığa çıkıyor, biz göreceli algımızla zaman ve mekanın sınırlaması yüzünden tam idrak edemiyoruz. Ve gözden kaçmaması gereken şu zamanın göreceli oluşu. İlk ve son kavramı bizi göreceli olarak etkiler. Zaman ve mekandan münezzeh olan ortamda sınır yoktur.
Cüzi iradenin gücü nedir?
Cüzi irade dahi bir yönüyle sınırsız , diğer yönüyle ise külli irade ile sınırlıdır. Yani cüzi irade külli iradeden bağımsız değildir.
O halde nasıl mesul olacak şekilde işliyor?
Tercih ederek… Özgür tercihi ile. Niyet ile.
“Ameller niyete göredir.”
Sadece tercih eder ve tercihini vücuda getirecek kudreti yoktur, külli irade devreye girer. O halde tercihi çok önemlidir.

Soyut alemde yapılan tercihin Dünya hayatı ile somutlaşmasına ne gerek var?
Soyut kalsa “data” olarak sabit kalırdı. Sınırlı olurdu. Somutlaşınca açığa çıkıyor ve gözlemlenebilir oluyor.
Bilinmek ister her varlık.
Bilinmek ise somut algılarla daha kapsamlı olur.
Soyut olan somutlaşınca gerçekler bütün çıplaklığıyla görünür, algılanır. Bu yüzden insan dehşete düşer ve itiraz eder somut görünene. Oysa zahir batına ayna olur. Zahire itiraz da aslında batına itiraz olacaktır. Bu kritik noktada kadere iman devreye girer.

Terakki ise sonsuza dek devam edecektir. Kabiliyet ölçüsünde…

Mükafat veya mücazat ise terakki içindir. Tercihleri yönlendirmek için.
Yine zaman ve mekandan söz etmeliyim; çünkü soyut ile somut aynı anda vücuda gelir. Zamandan münezzeh ortam açısından, sonuçlar malumdur. Biz ise sınırlı olduğumuzdan sonucu bilemeyiz. Yani Elestü (elest) bizim için devam ediyor. Teklife verdiğimiz cevap soyut ve somut olarak bizim açımızdan devam eder ölüm dediğimiz şey gelene kadar. Ölüm ise soyut ruhun, somut bedenden ayrılması ile gerçekleşir. Ruh “data” olarak mahfuzdur.
Elest: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna Ruhların “Evet Rabbimizsin” cevabını vermesi.
Yani başlangıç noktası…

Saygılar.
Ahmet Bektaş

Aşk olsun

Aşk olsun

Duyarsan bir sevda bitmiş,
O sevda değildir, sevda bitmez!

Herkes aşkı kendine özgü tarif eder. Bu nedenle sayısız aşk tanımı yapılabilir.
O halde “aşk soyuttur” diyebiliriz.

Soyut olan her şey gibi aşk’ın da açığa çıkması, bilinmesi için somutlaşması gerekir.
Bir ressam veya heykeltıraşın zihninde oluşan tasarı soyuttur ve her ayrıntı mana olarak vardır. Bu manaların açığa çıkması için somut nesnelere (Tuval. fırça, boya; kil,metal,v.b.) ihtiyaç vardır. Mananın aktarılması, anlatılması, bilinebilir hale gelmesi için somutlaşması gerekir.

Aşk; aşık ile maşuk arasında soyut olarak gelişen bir hal. Açığa çıkması, yansıması, tarafımızdan algılanabilmesi için aracıya ihtiyaç vardır. Bu aracı çoğunlukla erkek için kadın; kadın için erkek olmaktadır.Yunus gibi sarı çiçekle sohbet etmek veya Mevlevi gibi dönmek de var!

Aşkın karşı cinsler arasında açığa çıkmasının güzel neticeleri olduğu gibi yıkıcı tesiri de olabilir. Çok yoğun yaşanan efsanevi aşkların neredeyse tamamında vuslat görülmez. Neden?
Sevgililer aslında aşk’ın açığa çıkmasında aracılık eder. Aracı oldukları sürece (bilinçli veya bilinçsiz) sorun çıkmaz. Ne zaman ki maşuk manasına aracılık eden sevgili hakiki “maşuk” makamına oturtulur; o zaman acılı bir ayrılık süreci de başlar! Yani asıl maşuka (Allah) gitmeyen muhabbet aracı olan sevgiliye gider.Eğer aşkın derecesi düşük ise yine fazla sorun olmaz. Yüksek ise aracı olan sevgilinin bunu taşıması mümkün değildir. Vuslat bu nedenle (Kaderin takdiri ile) ertelenir. Neden “ertelenir” diyorum?

İnsan Allah’ın somut alemde halifesi değil mi? O halde ebedi olması gerekir. Açığa çıkarılmış olan aşk ise bakidir. Yeter ki muhataplar buna inansın. İnsanın başarısı hedefi ve inancı kadardır.

İmkansız aşk yoktur, ertelenen aşk vardır.
Kölesi Yusuf (A.S.) aşık olan Züleyha, aşkı uğruna kölesine köle oldu!

Evli olan Züleyha’nın Yusuf’a (A.S.)olan aşkı imkansız görünüyordu; sabır ve güzel ahlakın neticesinde vuslatın gelmesi çok manidardır.
Hayallerini, ümidini kaybetmeyen kazanır; her durumda…

Aşk olsun!
Saygılar
Ahmet Bektaş

Ortak Dil

 

Günümüzde “ana dil” mücadelesi verenler, sonradan öğrenilen yani bebeklik ortamında öğrendikleri dili “ana dil” sanıyorlar. Oysa ana dil, evrensel insan dilidir. Yani nasıl ki hayvan ve bitkilerin kendi türlerinin arasında bir dili var insanın da öyle bir ana dili var. Bu dili unutan insanlar farklı dillerle anlaşmaya çalışıyorlar. Ne kadar anlaştıkları ortada…
“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir” Mevlana

Bütün insanlığın her yerde ortak kullanacağı bir dil belki esas dil olabilir. İletişimi de kolaylaştırır. Ama unutulmamalı ki dil ile sadece sınırlı bir anlaşma söz konusu. İletişim başka anlaşmak başka yani… Anlatmakla anlamak konusu önemli. Her anlatılan acaba anlaşılıyor mu?

Dünya’da kabul görmüş diller evrensel dile aday olabilir mi? İngilizce veya İspanyolca gibi…
Sonuçta bu dilleri de sonradan öğrenenler tam kullanamıyacak. Tam kullananların dahi anlatmak istediğini tam anlayamayacak büyük kitleler. Çünkü anlaşmak için dil yeterli değildir. Duygu aktarımı da olmalıdır. Duygular nasıl aktarılır? Soyut şeyler smbollerle aktarılır. O halde duyguları temsil eden sembol dili de kendiliğinden oluşuyor. Bilgisayardaki ikonlar gibi. :) , :( , <3 …

Asıl olan “ortak akıl” yani insanların hepsinin bir havuza biriktirdiği, ilk insandan günümüze kadar yazılı veya sözlü gelen her türlü bilgi ve nakli şeylerdir. Bunlar teknoloji, felsefe, din ve toplumsal konularda olabilir. Hatta kutsal kitaplar, büyük felsefe üstatlarının görüşleri,  masallar, efsaneler bile bu kapsamda… Ortak akıl havuzunda birikenleri insanlar özgürce kulanabilir, kullanmalı. Burada şu sorun her zaman karşımızdadır. Ortak akılın önünde engeldir yani. Dil, din ve ırkçılık. Ortak dilin kullanılmasına dil konusunda tutucu olanlar karşı çıkar. Ortak akılın kullanılmasına din ve felsefe alanında kendini otorite  görenler karşı çıkar. Irkçılar ise zaten ortak olana karşıdır…

Duygular madem söz ve sembollerle yeterince anlatılamıyor. Devreye direk ruhsal iletişim girmeli…Telepati yoluyla anlaşanlar direk duygu aktarımı yapabilirler. Söz ve sembole de gerek kalmaz.

Sonuç olarak ; din, dil ve ırksal tutuculuk insanları geriletiyor. İletişim konusunda ise duyguların aktarımında  sözler yetersiz kalıyor. Semboller dahi bir yere kadar. O halde insanlık kendi özünü bulmak zorunda anlaşmak için. Dünya’nın farklı yerinden getirilip buluşturulan iki kedi dahi insandan daha kolay anlaşabiliyorsa insanlık kendi arasında anlaşmanın yolunu bulmalıdır.

Selamlar,
Ahmet Bektaş
 

Kadınım


Seni düşünsem, içime yayılır
Gündüz yedi rengiyle güneş;
Gece dolunay…
Yüzüme yansıyan parıltı senden.
Bırakmaz yakamı inatçı düşler.
Düşlerimde sen...
Bütün gizeminle masum, sevecen.
Ah bir de bilsen
Gönlüm sadece seninle şen.

Ahmet Bektaş
 

Kendin Olmak, Özgün Olmak!

Kendin Olmak, Özgün Olmak!

İlim kendini bilmektir” der Yunus.
“Göründüğün gibi ol” der Mevlana.

İnsan, küçük bir kâinat.
Evrendeki her hadise onu etkiliyor.
İnsan kendisine kayıtsız olmadığı gibi içinde yaşadığı topluma da kayıtsız kalamıyor. Çoğu zaman ikileme düşüyor. Toplumda kabul gören modeller içersinden kendine en uygun olanı bulamadığında çıkmaza giriyor. Bu durumda ya kendi gibi olacak ya da toplum tarafından sıra dışı görülecek. Bu yüzden çokları kendi gibi olmayı başaramıyor. Toplumun kabul ettiği/edeceği bir konumu seçip kolayına kaçıyor. Seçtiği sosyal çevrenin gereklerine uyma zorunluluğu hissettiği için yeniliğe de cesaret edemiyor. Yenilik yapmayı istese bile başarısız oluyor. Çünkü toplumu yönlendiren geçmişten devralınan gelenekler ve saygın makamlarca tescil edilmeyen davranışlar yanlış kabul edilecektir. Sağcı-solcu, dinci-laik, zengin-fakir, köylü-kentli, tahsilli-tahsilsiz, tesettürlü-açık, efendi-hayta, sinirli-sakin vb. Rolleri de kendi isteği haricinde, toplumun kabul ettiği normlar dâhilinde oynamak zorunluluğu duyacaktır.
Kahve arkadaşlarının kendisine biçtiği tarz haricine çıkamayan bir delikanlının gönlünce davrandığını söyleyebilir miyiz? Zengin olduğu için kibrinden insan içine karışmayana ne demeli? Tesettürlü/açık şöyle yapar/yapmaz şeklinde yaşamını sınırlandırana… Laiklik uğruna, din uğruna, sağcı-solcuyum diye lüzumsuz çıkışlar sergileyenlere ne demeli?
Sonuç:
Doğruları bilirsek yanlışların tamamını bilmemize gerek kalmaz. Yalnızca doğru yapmaya meyleden az yanılır. Yeter ki yaptıklarını kendi iradesiyle, isteğiyle yapsın. Kendi gibi olmayan taklit ederek yaşayanlar; mutlu da olamaz, hayatı hakkıyla yaşayıp terakki de edemez, yeniliklerden uzak kalırlar.

Hadi kendimiz olalım.

Kendimiz gibi davranalım.

Başarabiliriz!

Saygılarımla.

Ahmet Bektaş

Sade Sevgi ve Kıskançlık

 


Sevgi evrende her şeyde, yerde ve zamanda  görünüyor. Anahtar gibi açıyor engelleri, kapıları…

Sevginin sade olması üzerinde duracağım. Katışıksız olanı makbul diyenlerdenim.

Ben sevgiyi bireysel olarak ele almayı tercih ediyorum.

Karşılık beklentisi olmamalı.
Ya da şunu sev, bunu sevme!
Şöyle yaparsan seni severim!

Şu soruları didiklemek işimizi kolaylaştırabilir.

Sevdiklerimizi ne için severiz?
Sevgide esas insanın kendi faydasıdır, faydasız olan sevilmez.
Bu fayda şudur kanaatim; sevenin sevgilide yok olma hali! Yani seven sevdiğinde kendini bulur, eksikliklerini fark eder, sevgilinin kapsamına dahil olur. Bu sevgi onu geliştirir ve tamamlar.
Her türlü maddi karşılık (para, mal, fiziki fayda,toplumsal statü, v.b.) da sevgi için sebeptir.

Burada tercih önemli.
Birey tercihini özgürce yapar, sonucunu da yaşar.

Sevdiklerimizi başkaları da severse ne olur?
Klasik manada sık görülen kıskançlık durumu yetersizlikten kaynaklanıyor.
Yetersiz kişi sevdiğini başkasının daha az sevmesini ister. Çünkü kendi daha fazla sevemeyeceğini sanır.
Kendine güveni olan ise sevgisinden emindir, gerektiği kadar seviyordur. Ve kendinden çok sevene de saygı duyar. Çünkü empati yapar. Kendisini sevenler arasına o zamana kadar sevenlerden daha fazla seven biri katılsa nasıl hoşuna giderse. Sevdiği için de hal böyledir. Kıskançlık geldiğinde daha fazla sevgi gösterip en çok seven konumuna çıkmalıdır. Ya da kıskançlık yapmamalıdır.

Kıskanma, kıskandığından daha fazla sev.

Saygılar

Ahmet Bektaş

Aşk Acısı Tatlıdır

   
Hani demişler;
'Zevkler ve renkler tartışılmaz.'
Kimi tatlı sever,
Kimine acı tatlı.

Aşk bazen güldürür,
Çok zaman üzer...
Aşk'ın tadını alana
Aşk acısı tatlıdır.

Sevdiğinden gelirse,
Fark etmez...
Tatlı veya acı söz.
Aşkın acısı da tatlıdır.
 
Ahmet Bektaş

 

Kaç benden


Cüzamlıdan kaçar gibi
Bendeki sevda ateşinden
Kalabalıklara kaç.
Kıyamam bu ateş yakar seni.

Ne olur kaç, kurtul benden…
Mümkün olan en uzağa git.
Bulaşıcı hastalığım sevda
Sana ulaşamasın.

Sonu yok bu sevdanın
Uzağımda ol seni özleyeyim.
Belki bu kaderin bir cilvesi
Çaresiz boyun eğeyim.


Ahmet Bektaş
25.07.2005 10:47:48